bugün

entry'ler (101)

sergen yalçın

sunucu: "sergen, 18 yaşından küçüklerin de iddaa oynadığı görülüyor, onlara ne söylemek istersin?"

sergen yalçın: "almanya ligi'nden uzak dursunlar çok sürpriz oluyor."

böyle bir adamdır işte sergen yalçın, bence türkiye'de şimdiye kadar yetişmiş en yetenekli futbolcu iken, "zeki, çevik ve ahlaklı" olmada sıçtığı için asla potansiyelini sergileyememiştir...

steve nash

"Tony Parker neleri sizden daha iyi yapıyor?" sorusuna, "Benden daha iyi Fransızca konuşuyor" diyerek soruyu soran muhabiri komaya sokmuş efsane.

alex de souza

"Futbol yaşantımda hiç hileye karışmadım. Benden bu kadar korkmayın. Kimse tek başına maç kazanamaz." diyerek yaptığı işe duyduğu saygıyı gözler önüne seren, üstad...

akit gazetesi yazarlarının hayalindeki türkiye

islamı benimsemiş, islam kuralları ile yönetilen türkiyedir.

fakat şöyle bir gerçek vardır ki, bu ülkenin çoğunluğu zaten islamı benimsemiştir, müslümandır. açın bakın türkiye cumhuriyeti vatandaşlarının kimliklerine; dini kısmında islam yazar.

genel anlayışla şöyle de düşünülebilir:

türkiye topraklarında doğmuşsan; bir dinin vardır (1), bu din islamdır (2) ve bu, devletin sana verdiği resmi kimlik ile belgelenmiş ve ispatlanmıştır (3).

allah inancı olmayan fakat devlet tarafından dayatılan bu din bildirme zorunluluğunu reddetmek isteyen vatandaşlar akit gazetesi yazarlarının hayalindeki türkiye içerisinde yer alamazlar.

o ülkede müslüman olmayanlara yer yoktur, kendi gibi olmayanlar yine kendi kitaplarına göre görüldükleri yerde öldürülmelidir.

nasıl bir hayal modeliyse, içerisinde "bu böyle daha iyi oldu" diyebileceğiniz hiç bir şey barındırmaz.

rembetiko

bir zamanlar kadıköy moda'da bulunan, nargileleri başarılı olan nargile cafe.

halen hizmet veriyor mu onu ben de bilmiyorum...

sabri nin ortasıyla gol atan guiza

(bkz: yok ole bişi)

29 kasım 2008 fenerbahçe beşiktaş maçı

"sarı lacivert" ile "siyah beyaz"ın kadıköydeki büyük randevusu...

başlıkla ilgili entryleri okurken dikktatimi çeken şeylerden birisi de her zamanki "ekikiki fenerin kızlığını bozduk, japon bayrağı eğüğü, kızınızı almaya geldik zuhaha" muhabbetleri oldu. bu tarz yüzeysel yaklaşımlar bana sorarsanız hiç bir takım taraftarına yakışmıyor. sporun dostluk, barış ve kardeşlik olduğunu ve rekabetin dozajının cıvıklaşmaması gerektiğini anlamak istemeyen arkadaşlar zaten bu tarz konuşmalara hep devam edecekler. ciddi yorumlara ise (benim saygı duyduğum gibi) umarım herkes saygı duyuyordur.

iki takımı konuşmak gerekirse takımım fenerbahçe son iki lig maçını alexsiz kazandı ama futbolun hücum yönünde bana sorarsanız gerçek anlamda ortaya bir şey koyamadı. galatasaray maçında neredeyse bir tek organize atak geliştirebildik. (emre'nin süper pasına guiza'nın topu moda taraflarındaki çay bahçelerine vurması) gollerin hemen hepsinde duran topların ve galatasaray'ın savunma hatalarının payı vardı. şu yazdığıma ben de inanamıyorum ama büyük üstat(!) hıncal'a bu konuda katılıyorum maalesef. ankaraspor maçında ise golleri yine duran toplardan bulduk. yani alex olmadan maç içinde kolay pozisyona giremiyor fenerbahçe, bana sorarsanız. bu maçta ise alex'in oynayıp oynamayacağını bilmiyorum fakat emre'nin form durumu önem teşkil ediyor. alex'in oynamaması halinde buyuk ihtimal emre onun görevini üstlenecek. ama şu anda kapasitesi 90 dakikayı çıkartabilecek düzeyde değil. aragonesin kafasında alex'in yerine deivid de düşünülüyor olabilir. yorum yapmak zor.

beşiktaş ise son maçını tek kale oynayıp berabere kaldı. ama mustafa hoca'nın gelişiyle iyi bir hava yakaladıkları da gerçek. her ne kadar mustafa hoca'yla oynadıkları beş lig maçında yedi puan kaybetmiş olsalar da bana göre umut vaadeden bir futbol oynuyorlar. takımın en büyük problemi keşke fener'de de olsa dedirtecek cinsten: nobre mi bobo mu? ya da her ikisi mi? ikinci sorun ise gökhan zan. bence gökhan hiç bir zaman iyi bir defans oyuncusu olamadı. daha doğrusu beşiktaş'a geldiğinden beri futbolunun üzerine bir şeyler koyamadı. oldukça istikrarsız ve sık sakatlanan bir futbolcu olması da cabası.

beşiktaş'ın duran top savunmasının bu maçın kaderini tayin edeceğini düşünüyorum ben. zira fenerim onsekizin oralarda tıkanıyor.

umarım futbolcular oyunu çirkinleştirmezler. elle oynamalar, kendini yere bırakmalar; kısacası emek hırsızlığı olmasın diyorum yani. hakem de böylece rahat bir maç yönetir. kimse gerilmez.

temennim hakedenin kazanması. umarım fenerbahçe hak eder.

2 ekim 2007 cska moskova fenerbahçe maçı

inter maçından sonra beklentileri arttıran fenerbahçemin çok şahane olmasa da başabaş bir oyun oynayarak iyi bir sonuç aldığı karşılaşma olmuştur.

19 eylül 2007 fenerbahçe inter milan maçı

yorumları okumadan önce hakkında bir şeyler karaladığım, okuduktan sonra ise bir şeyler daha eklemek istediğim maç olmuştur:

şimdi hazretlerden bazıları buyurmuşlar ki "bu maç başarı sayılmaz". e fener yenilince ağzından tüm salyalarını saçarak başarısızlık sayıyorsun ama. "ahahahaa yine rezil oldun fener" demesini biliyorsun. öyle ya da böyle, şansla falan değil, fenerbahçe mükemmel oynayarak, ezerek, koşarak, mücadele ederek interi mağlup etmiştir arkadaşım. ki bence bunun adı başarıdır. küçük ya da büyük olması seni ilgilendirmez.

şaka maka fenerbahçe büyük çoğunluğu yanıltarak iyi bir galibiyet almıştır ama bazılarımız bunu "turu geçtik heyoo" modunda kutluyorlar. bir maçla kimse turu geçmiyor kardeşim. dünyanın en dengesiz takımının taraftarıyız biz, bunu herkesten daha iyi bilmemiz lazım. 3-0 lık psv maçından sonra da böyle yorumlar okumuştuk heryerde, sonuç ise malum...

son sözüm de tiksinerek okuduğum aşırı fanatik yorumlar için... "türk futbolu geriye gidiyor" diyorlar. böylesine rezil bir ulusal bilince sahip ülkede ne futbol gelişir ne de medeniyet.

yani klişe ama kısaca; kafaların değişmesi şart...

edit: çoğu entry siliniyor çatır çatır... ağır geldi herhalde... bari söylediklerinizin arkasında durun...

19 eylül 2007 fenerbahçe inter milan maçı

aralarına benim de dahil olduğum çoğu fenerliye, 'inter 6-0 kazanır, inter fenerbahçenin gazını alır ya da inter yalar-yutar' şeklinde yorum yapan diğer * * * takım taraftarlarına bir de haluk ulusoya çok pis kapak olmuş maçtır.

survivor aslanlar kanaryalar

sozluk kullanıcılarını ilkokul çocukları tarzında tartışmalara iten yarışma...

bir ask bulsam

önce "acaba?" diye düşündürüp, sonra da bünyeyi "hmmppffmuahahaha" şeklinde sarsan düşüncedir.

12 eylül 2006 galatasaray fc bordeaux maçı

galatasaray'ın gruptan çıkabilmesi için her iki maçta da yenmek zorunda olduğu bordeux'ya kendi sahasında bir puanı ikram ederek ikinci tur hayallerini başka bahara ertelediği maç.

şimdi diyeceksiniz ki, "yok efenim daha beş maç var, belli olmaz, galatasaray avrupada farklı oynuyor hede hödö...". rakip fransa liginin orta sıralarından yeni kurtulmuş, 7 senedir şampiyonlar ligiyle alakası olmayan, kağıt üstündeki kadrosuyla galatasaray'a en denk (hatta galatasaray'dan daha kötü) olan takımsa, orası ali sami yen olmasa da sonuçta kendi evinse ve bu da bir avantajsa, rakip futbol namına ortaya hiç birşey koyamıyor ve kalene bir kez bile gelemiyorsa, şampiyonlar ligine göre nispeten zayıf kadron pozisyon bulmakta zorlanıyorsa ve daha da zorlanacaksa, oyunun kontrolü tüm maç boyunca sendeyse ve buna rağmen maçın sadece son beş dakikasında ciddi bir iki atak geliştirebiliyorsan tek mutlu olabileceğin şey, çok ihtiyaç duyduğun ve cebe attığın katılım ücreti (1,62 m euro) ve şimdiki beraberliğin ödülü olarak alacağın (163.000 euro) olmalıdır.

ülkücü gençler

ideolojilerine saygı duymakla beraber; dejenere olmaktan kurtulamamış, siyasi düşüncelerinin gerçek anlamını kavramaktan uzak, benim de dahil olduğum bir toplum tarafından "(çoğu) cahil, mafyacılık oynamayı seven, milliyetçiliği değil de, reisçilik anlayışını ön planda tutmaya başlamış" olarak tanımlanabilecek bir yapıya dönüşmeye başlayan, siyasi gündemden ve pozitif düşünceden bihaber, kahve kültürüyle yetişmiş gençliktir.

sempati duyduğum milliyetçilik kavramının öncül savunucusu olduklarını iddia etmekle beraber, 12 eylül'den sonra devlet tarafından kullanılan ağabeylerinin çoğunun yurtdışına kaçması, öldürülmesi, işkence edilmesi, illegal işlere girip kısa yoldan köşeyi dönmeye çalışmaları ya da derin devletin içinde aktif görevler almaya başlaması, bir sonraki ülkücü jenerasyonun sahip çıktıkları değerleri savunmasında eksiklikler meydana getirmiş ve "ocak" yapısının da bozulmasıyla birlikte, neredeyse "serseri" tanımına uyabilecek bir gençlik çıkmıştır ortaya. ne yazık ki fikirlerinin oyuncak edilmesinin tek sebepleri kendileridir. meydanlarda slogan atmayı, lise (ya da üniversite) basmayı, her kavgaya bulaşmayı, delikanlı ayağına racon kesmeyi ideolojileriyle birleştirip, içine etmiş ve hiç bir faydası dokunmadıkları ülkelerine sahip çıkacak kimse kalmadığını ya da kalmayacağını zannetmişlerdir. onlara göre kişi ülkücüyse milliyetçidir, değilse değildir.

asıl hata buradan kaynaklanmaktadır işte. milliyetçilik kavramının sadece ve tamamen bir siyasi ideolojiyle örtüşmesinin mümkün olamayacağı aşikardır. ülkücü gençlik bunu anlamaya, kavgaya değil de okumaya, bilgiye merak duyduğu zaman, gözlerini gerçek türkiye'ye açtığı zaman nerede hata yaptığını anlayacaktır.

parmakla irza gecmek

şu şekilde gelişecek diyalog sonucu ortaya çıkabilecek olaydır:

-efendim allahın emri, peygamberin kavliyle kızın...
-çükün var mı senin?
-efendim??!!
-dalga diyorum, kuş diyorum, ötüyo mu?
-eehehmmm... yok parmak hesabı yapıyorum ben.
-iyi, verdim gitti o zaman...

kaşar

güzide türkçemizin mükemmel esnekliğinin kullanımı sonucu; her önüne gelen erkekle beraber olan, çıkan, sevişen hatta bozuk para gibi erkek değiştiren kızlara verilen isim olmuştur. ciddi ilişkiden yeni çıkmış, tribal enfeksiyon geçiren, sex ve gönül eğlendirme arayışında olan er kişilerin ilaç olarak kullanması tavsiye edilir. toplum hizmeti sunmaktadırlar kısacası.

at gibi kadın

her an kişneyecekmiş izlenimi uyandıran, el ve ayak yerine toynaklara sahip olduklarını hiç gocunmadan sergileyen dişi varlıklar bütünü.

9 eylül 2006 denizlispor galatasaray maçı

hayatımda gördüğüm en komik penaltılardan birinin çalındığı maç olmuştur. hasan şaş'ın arif erdem'den biraz daha ders alması gerekecek sanırım...

amentü

hastası olunacak, defalarca okunan bir ismet özel şiiri:

insan
eşref-i mahlûkattır, derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklâmların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
tokat
aklıma niye gelmezdi
babam onbeşli olmasa.

meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, gide meselâ.

kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa her gün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
forbes firmasına satan
babamdı.

budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbelâ kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.

solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilâl haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

insanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çığırmak:

ezan sesi duyulmuyor
haç dikilmiş minbere
kâfir yunan bayrak asmış
camilere, her yere

öyle ise gel kardeşim
hep verelim elele
patlatalım bombaları
çanlar sussun her yerde

çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:
tanrı uludur tanrı uludur
polistir babam
cumhuriyetin bir kuludur

bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sayarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak için saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly pan-am
drink coca-cola.

tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.
orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamayı.

hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahîm olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?

hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifirî korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi âlemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

sozlukteki iu luler

maalesef benim de içine dahil olduğum gruptur.

(bkz: cerrahpaşa tıp fakültesi)